KURUMSAL
SON DUYURULAR
2024 Yılı Olağan Genel Kurul
29 Ekim 2024Derneğimiz Işıklar Askeri Lisesi Mezunları Mezuniyetlerinin 40'ıncı yılında Işıklar Askeri Lisesi'ni Ziyaret Ettiler
29 Ekim 2023Derneğimiz Kuleli Askeri Lisesi Mezunları Mezuniyetlerinin 40\'ıncı yılında Kuleli Askeri Lisesi\'ni Dışarıdan Ziyaret Ettiler
21 Ekim 2023Derneğimizin Kuruluşunun Dokuzuncu Yıldönümünde Anıtkabir\'e giderek Ulu Önderimizi Ziyaret Ettik
26 Ağustos 20232022-2023 Öğretim Yılı Burs Faaliyeti Sonuçları
21 Temmuz 2023Salih DEMİR Yazarın Tüm Yazıları
Sivil-asker yöneticiler, siyaset adamları ve iktidarların her zaman desteğini alan, hakkında hazırlanmış ve delillere dayalı bir çok mahkeme dosyası bulunan, bunun yanı sıra yüzlerce gazete köşe yazısına, kitaba ve mülakata konu olan FETÖ, her nasılsa günümüzde çok gizli bir yapılanma olarak tanımlanmakta ve devlet mekanizmasına kitlesel bir şekilde nasıl sızdığı sorgulanmaktadır.
Dergimizin bu sayısının konsepti çerçevesinde ben de yeniden keşfedilen! bu örgütün herkes tarafından bilinen sırlarını özetle kaleme almaya çalıştım.
Fettullah Gülen’in Hayatı:
FETÖ bir kadro yapılanması değil lider hareketidir. Bu bağlamda örgütü tanıyabilmek için öncelikle Fettullah Gülen’in bilinmesi gerekmektedir.
Fettullah Gülen, Erzurum/Pasinler/Kuyucak köyünde 1941 yılında kimilerine göre sekiz kimilerine göre on bir kardeşten biri olarak doğmuştur. Babası Ramiz Gülen’den 4 yaşında Kuran öğrenmeye başlamıştır. 1946 yılında ilkokul tahsiline başlamış, ancak 1949 yılında Babasının başka bir köye imam olarak atanması üzerine eğitimini yarım bırakmıştır. Bilimsel kariyerinin zirvesi olan İlkokul diplomasını daha sonraki yıllarda dışarıdan bitirme sınavlarıyla edinmiştir.
Fettullah Gülen Erzurum’da medresede aldığı eğitimle hafız olmuş, babasının da teşvikiyle İç ve Doğu Anadolu’da bir çok şehirde vaazlar vermeye başlamıştır. Bu süreçte Erzurum’da Said-i Nursi’nin müritlerinin ileri gelenleri ile de tanışmıştır. Bununla birlikte Said-i Nursi ile doğrudan hiçbir teması olmamış, ilişkisi varlığı sadece kendisi tarafından bilinen ! ve Said-i Nursinin bir çok kişinin yanı sıra Fettullah’a da selam gönderdiği iddia edilen mektubuyla sınırlıdır.
1959 yılında Edirne’ye vaiz olarak atanan Fettullah Gülen, askere gittiği 1963 yılına kadar bu ilde görev yapmıştır. Mamak ve İskenderun’daki askerlik hizmeti hava değişimleri alınarak tamamlanmıştır.
Askerlik sonrası Erzurum’a dönen Fettullah Gülen, burada Komünizmle Mücadele Derneği şubesinin kuruluşunda yer almıştır. 1965 yılında Kırklareli, 1966 yılında da yıldızının parlayacağı İzmir’e vaiz olarak atanmıştır. 12 Mart 1971 Muhtırası döneminde yaşadığı yedi ay süreli tutukluluk sonrası sırasıyla; Edremit, Manisa ve yeniden İzmir’de vaiz olarak görev yapan Fettullah Gülen hakkında,
12 Eylül 1980 sonrası tutuklama kararı çıkmış, ancak bu süreçte mucizevi ! şekilde yakalanamamış, hatta Mart 1981 yılında emeklilik işlemlerini tamamlayarak vaizlik mesleğine son verebilmiştir.
Bu süreçte ileride değineceğimiz şekilde palazlanan ve önemli bir Örgütün temellerini atan Fettullah Gülen, İzmir ve İstanbul’da Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde gönüllü olarak (nasıl bir görevlendirme şekliyse !) vaazlar vermeye devam etmiş, kurduğu Sızıntı ve Yeni Ümit dergilerinde başyazılar yazmış, ulusal ve uluslar arası önemli şahsiyetlerle temaslar yapmıştır.
1999 yılında Türkiye’de tedavisi mümkün olmayan ve az rastlanır bir hastalık olan şeker hastalığının ! tedavisi amacıyla ABD’ye gitmiştir. ABD süreci de oldukça verimli geçen Fettullah Gülen, önemli dergilerde dünyanın 100 büyük entellektüleli veya etkili kişisi olarak seçilebilmiştir.
Halihazırda ABD’de dua ve beddua seansları ile meşgul olan Fettullah Gülen bekar ve muhtemelen çocuksuzdur. İngilizcenin de aralarında yer aldığı bir çok dili bilmeyen Fettullah Gülen’in, Türkçe ve Arapça’nın yanı sıra Osmanlıca bildiği rivayet olunmaktadır.
FETÖ’nün Gelişimi
FETÖ hareketinin çekirdeğini, 1970’li yıllarda kurulan Akyazılılar Vakfı oluşturmaktadır. Hareket Şubat 1979 yılında ihtiyaç sahiplerine gerektiğinde bedava dağıtılan Sızıntı dergisinin kurulması ile başlayan basın-yayın organlarında etkinleşme ile ismini duyurmaya başlamıştır. Yaygın kanaat bu hareketin Nurculuk kollarından biri olduğu yönünde olmasına rağmen, bu tespite ihtiyatla yaklaşmak gerekmektedir. Zira Fettullah Gülen, Said-i Nursi’ye sık sık atıf yapmakla birlikte, kurduğu dershanelerde ve vaazlarında risalelerden ziyade kendi eserleri ve düşüncelerini temel doktrin olarak benimsetmeyi tercih etmiştir. Nurculuk hareketi ile ilişkisi diğer tüm alanlarda olduğu gibi, ihtiyacı olan dönemlerde, gücünü muhafaza etmek ve artırmak için kullandığı bir argüman olarak kullanmaktan öteye gitmemektedir.
Biraz daha açmak gerekirse; Said-i Nursi’nin ölümü sonrasında Nurculuk hareketi, risalelerin Arapça okunmasını tercih eden Okuyucular, Latin harfleri ile basılarak yaygınlaşmasını tercih eden Yazıcılar olarak temel iki gruba ayrılmıştır. Müslüm Gündüz (Acz-i Mendi) vb lerinin başı çektiği marjinal üçüncü grup ise silahlanarak fikirlerin yayılması taraftarı olmuştur. Bu gruplar da bilahare kendi içlerinde etnik vb. nedenlerle ayrışmıştır. Halihazırda Nurculuk hareketi, Şura, Kurdoğlu, Sözler, Yeni Asya, Envar, Zehra vb. isimlerle anılan bir çok kola ayrılmıştır.
Fettullah Gülen başlangıçta İzmir’de Yazıcılar grubu içerisinde yer almış, ancak bu grubun talimatlarını uygulamak yerine, kendine özgü metotları benimsemiştir. Bu farklılıkta Fettullah Gülen’in Komünizmle Mücadele Derneği çalışmaları sırasında edindiği dostlarının tesiri olduğunu değerlendiriyorum. Hiç şüphe yok ki zamanın ruhu gereği, Komünizmle Mücadele Derneği istihbarat teşkilatının desteğini almış ve kurucuları teşkilatın elemanı olarak kullanılmıştır. Kanımca Fettullah Gülen’in Devlet aygıtıyla hastalıklı kullan-kullan ilişkisi de bu vesileyle başlamıştır.
Nitekim, Yazıcılar DP-AP çizgisinde iken, Fettullah Gülen onlardan ayrı olarak 1971 sonrası kurulan MSP’nin aktif gençlik yapılanmasından da istifade etmek (veya istihbaratçı işverenlerine haber götürmek) amacıyla MSP’yi desteklemiştir. Bu sayede Erbakan’ın da teşvikiyle, MSP gençleri kitleler halinde Fettullah vaazlarını dinlemeye koşmuş, bu durum Fettullah’ın bilinirliğini ve çevresini artırmıştır. MSP tercihi, Yeni Asyacı Nurcu Yazıcılar hareketi ile Fettulah’ın arasını açmış, çıkan kavga sonrasında Fettullah gruptan ayrılmıştır. Ayrılma sonrasında Yeni Asyacı bir çok dershanenin Fettullah’ın tarafına geçmesi ise diğer Nurcularda şok etkisi yaratmış, Fettullah’ı büyütmüştür.
Fettullah, yeterince güçlendiğini hissetmeye başlayınca MSP ile ilişkisini de kesmeye yönelmiştir. Bu süreçte, yurt müdürlüğü, dershane sorumluluğu gibi MSP’lilerin elindeki bazı görevlere kendi adamlarını yerleştirmeye başlamış (paralel MSP !) bu durum MSP’de rahatsızlık yaratmıştır. Gülen’in Haziran 1980’de MSP’yi açıkça eleştiren vaazı (Eylül 1980’i kimden haber aldıysa artık) ipleri tamamen koparmıştır.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen bir türlü bulunamayan (tutuklama kararını bir tuğgeneral çıkarmıştır. Kararı kaldırmak için araya koramiral rütbesi dahil bir çok üst düzey asker girmiştir.) Fettullah, dergilerinde darbeyi sıkça övmüş ve meşhur referanduma desteğini esirgememiştir.
Fettulluahın12 Eylül’e ilişkin tutumunun ve yakalanamamasının, yukarıda bahsettiğim devlet ile arasındaki kullan-kullan ilişkisinin devam ettiğinin bir emaresi olarak görmek mümkündür. Nitekim 1986 yılında Özal tarafından başlatılan kendi okulunu kendin yap kampanyası ile 1977 yılında kurmuş olduğu bir öğrenci yurdunu Yamanlar Koleji olarak hizmete sunmasıyla FETÖ’nün dillere destan okullaşma süreci de başlamıştır.
Özal hükümetleri ile kitlelere ulaşma, devlete yerleşme (Abdülkadir Aksu vasıtasıyla içişleri başta olmak üzere) ve eğitim/ ticaret başta olmak üzere holdingleşme sürecine giren FETÖ hareketi büyük bir ivme kazanmıştır. Bu ivmelenmenin önünde Özal sonrası kurulan hiçbir hükümet de engel çıkarmamıştır. Hatta yurtdışında açtığı okullar (başta bağımsızlığını kazanan eski doğu blokuna mensup Türki cumhuriyetler olmak üzere) Devlet ricalinde büyük takdir toplamış, Dışişleri Bakanlığı bu okulların desteklenmesi için seferber edilmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatının da dış istihbarat üretmedeki başarısızlığını, bu okullar vasıtasıyla gidermeye çalışmış olması da kuvvetli bir ihtimaldir. Tansu Çiller döneminde sağlanan kolaylıklarla Bank Asya’nın kurulması, himmet sistemindeki akışın legal zemine oturulmasını sağlamış, örgüte ekonomik alanda önemli bir rahatlık kazandırmıştır.
Bu noktada Fettullah’ın ABD’nin dikkatini çektiğini değerlendirmek lazım. Zira bu dönem ABD’nin Rusya’yı yeniden palazlanmadan çevrelemek için kullanışlı bir vasıta ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle ABD Fettullah ilişkisinin Türkiye’deki gibi istihbarat örgütü üzerinden 1990’lı yılları ortasından itibaren başladığını varsaymak mümkündür. Bu tespitimizi, Fettullah’ın 1999 yılında ABD’de kolayca yerleşme imkanı bulması (FBI’ın itirazına rağmen CIA’nın desteği ile) doğrulamaktadır.
Türkiye tarihi açısından acıklı sayılacak bir diğer husus da 28 Şubat 1997 sonrası irtica ile amansız bir savaşa giren Komutanlarımızı, Fettullahın doğrudan desteklemiş olmasıdır. Bu destek, vaazlarında açıkça Erbakan Hükümetinin gitmesi gerektiğinin söylemesi ve aracılar vasıtasıyla “askerler darbe yapacak” bilgisinin ulaştırılarak korkularından istifade ile Demirel’in sürece destek vermesinin sağlanması suretiyle aleniyet kazanmıştır.
İktidar ve güç sahipleri ile her zaman birlikte olmayı ve onları kullanmayı iyi bilen FETÖ, 2002 seçimleri öncesi Erdoğan’ı ABD ile temas kurdurarak desteklemiş, bu sayede AKP iktidarı döneminde devleti ele geçirmek için gerekli kadrolaşma hareketinde zirveye ulaşmıştır. Bu süreçteki bir gelişme ise FETÖ için bulunmaz bir imkan yaratmıştır. 1 Mart 2003’te ABD’nin Irak’a yapacağı harekatı desteklemeyi öngören teskerenin TSK’nın mütereddit (başka bir açıdan siyasi) yaklaşımları nedeniyle Mecliste kabul görmemesi, ABD’yi kızdırmış, o güne kadar Türkiye’deki iş yapma aracı olarak gördüğü TSK’yı cezalandırma isteğini doğurmuştur. Bu istek, AKP’nin vesayetle mücadele şehveti de kullanılarak, TSK’ya yerleştirilmiş FETÖ elemanlarının üst kademelere yerleştirilmesi ile sonuçlanacak Balyoz, Ergenekon, Casusluk vb. davaların açılmasına vesile olmuştur. Bu davalarla TSK’nın yetişmiş, milli ve kahraman evlatları tasfiye edilmiş, onların yerine 15 Temmuz zilletini yaşatarak TSK’yı cedid sürecini başlatan “mankurtlar” ve onların etkisini görerek makam için alçalan iğdiş edilmiş kişiler komuta kademesini ele geçirmiştir. Ayrıca suikast yapacaklardı engelledik (Atabeyler davası), kameraya alacaklar sakın oraya gitme vb. söylemlerle minnet hisleri kabartılan Erdoğan vasıtasıyla, hükümet ve belediyelerde, daha sonra “ne istediler de vermedik şeklinde sloganlaştırılacak tam hakimiyet dönemi başlamıştır.
Eş zamanlı olarak ABD’nin BOP, GOKAP vb. adlarla piyasaya sunduğu ve önemli bir ayağı “ılımlı İslam” olan proje hayata geçmiş, bu projede kullanışlı bir aktör olarak görülen FETÖ gücüne güç katmıştır. Bu çerçevede ABD’nin 2006 yılında kurduğu Afrika Komutanlığının en önemli hizmetkarlarından biri de FETÖ’nün Afrika’daki okulları olmuştur.
FETÖ’nün artık gücünün zirvesinde olduğunu hissetmesiyle, 2011 yılı seçimlerinde kendisine tahsis edilmesini talep ettiği milletvekili sayısının çokluğu, bu sayede adeta iktidarın büyük ortağı olması talebi AKP-FETÖ ittifakında kırılma yaratmış, bu talebin karşılık bulmaması sonrasında ise 17-25 Aralık olayları ile ilişki kopmuştur. Günümüzde gelinen nokta ise ortadadır.
Sonuç ve Değerlendirme
Fetttulah Gülen’in 1960’lı yılların ortasından başlattığı hareket, içinden çıktığı Nur hareketinin çok ötesine geçmiş, 150 milyar dolar olarak ifade edilen ekonomik ciroya sahip olarak, 160 ülkede 2000 civarında okul kurarak Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere bir çok devlet için önemli bir tehdit niteliği kazanmıştır.
İlkokul mezunu, şizofren kişilik özellikleri gösteren bir şahıs tarafından bu çapta bir örgüt hayata geçirilmiş olması hayret uyandırabilir. Ancak, unutulmamalıdır ki, bu özellikler kesin inançlara dayalı tüm hareketlerin liderlerinin (örneğin Abdullah Öcalan) temel niteliklerindendir.
Ülkemiz özelinde bu tür hareketler, maalesef benzer örgütlerin bertaraf edilmesi amacıyla istihbarat örgütü tarafından desteklenmek suretiyle hayat bulabilmekte (bakınız Abdullah Öcalan veya Hizbullah arasındaki MİT ilişkisi), bilahare devlet mekanizmasındaki zaaflar ve siyasi ihtiraslar istismar edilerek gelişebilmektedir. ABD başta olmak üzere diğer gelişmiş ülkelerin istihbarat teşkilleri de terör örgütleri ile iş birliği yapmakta, ancak bizden farklı olarak onların oyun sahası kendi ülkeleri olmamaktadır.
FETÖ, esasen diğer irticai hareketlerden amaçları ve eylemleri olarak farklı değildir, ancak zaman içerisinde bu hareketlerin aldığı derslerle mutasyona uğramış ve yöntem değiştirmiş bir halidir. Bu örgütü diğerlerinden farklı kılan en önemli özellik, kendi ideolojisi çerçevesinde rejimi illegal yöntemlerle değiştirmek isteyen diğer örgütler kendi silahlı aparatlarını oluşturmuşken (PKK-HPG, DHKPC-TİKKO vb.), FETÖ’nün silahlı aparat olarak emniyet teşkilatını ve TSK’yı ele geçirmeyi seçmiş olmasıdır ki, bu durumun dünyada başka bir örneği bulunmamaktadır. Örgütün bunu başarabilmesinin en önemli nedeni ise, Türkiye’nin fay hatlarını (İslamcı-Laik çatışması, Türk-Kürt ayrımı, Alevi-Sünni kavgası) iyi kullanabilmiş olmasıdır.
15 Temmuz sonrasında alınan tedbirlerle örgütün çökertilmeye başladığı hissi uyanmış olabilir. Ancak bu durum yanılgıdır. İŞİD gibi daha birkaç sene önce kurulmuş ve her şeyi ile meydanda olan bir örgütle mücadele eden küresel güçlerin, mücadelenin çok uzun süreceğini ifade ettikleri unutulmamalıdır. Bu örnekten yola çıkılarak 40 yıldır gizli metotları da kullanarak oluşturulmuş, yabancı istihbarat örgütleri ile haşır neşir olmuş ve büyük bir insan ve para kaynağına ulaşmış FETÖ’nün kısa sürede ortadan kaldırılamayacağı tespiti yapılabilecektir.Esasen bu örgüt ortadan kalksa bile, tarikatlara bakanlıklar tahsis edildiği, medrese eğitimlerinin yaygınlaştığı, üç yaşındaki çocukların kontrol edilemeyen kuran kurslarına gönderilmeye başladığı dini istismar ortamından benzer ve daha gelişmiş irticai yapılanmaların hayat bulacağı izahtan varestedir.
Gelinen aşamada yapılması gerekenler ise;
- İktidar sahipleri mevcut durumu kendi iktidarlarının tahkimi için bir fırsat olarak değil, ülkenin bütünlüğü için yanlışların düzeltileceği bir fırsat olarak görmeli,
- İstihbarat örgütü kendine çeki düzen vererek, zararlı gördüğü oluşumları bertaraf etmek için, daha sonra baş edemeyeceği büyüklüklere ulaşan yapay örgütler kurmaktan vazgeçmeli,
- TSK irtica ile mücadele adı altında, irtica değirmenine su taşıyan rolünden sıyrılmalı, yeni ve şaibesiz kişilerden oluşacak komuta heyetiyle, her zaman parçası olmaktan guru duyduğumuz özüne dönmeli,
- Vatandaşlar, vergileri ile hizmet veren iktidar, silahlı kuvvetler ve istihbarat teşkilatlarının yapmadığı görevleri, kahramanlık adı altında kendi üstlenmekten vazgeçerek hesap sormayı öğrenmelidir.
Son söz olarak, bağırsakları temizleme adıyla Balyoz ve Ergenekon adı ile başlatılan hatalı teşhise dayalı operasyon, devletin çoklu organ yetmezliği ile yatağa bağlandığı bir sürece evrilmiştir. Bu süreçte başhekimin, konunun acilliğini öne sürerek, diğer doktorlara danışmadan alacağı her tedbirin (duyu organlarının hepsinin bir sinire bağlanması, kol ve bacakların birbirinden bağımsız hareket edecek şekilde düzenlenmesi, bazı organların kesilerek yerine çoklu organ nakli yapılmaya çalışılması vb.) hastanın ölümü ile sonuçlanabilecek bir mahiyet arz edebileceği unutulmamalıdır.